30 yıldan beri, National Endowment for Democracy (NED) CİA’nin yasadışı operasyonlarının taşeronluğunu yapıyor. NED, işçi ve işveren sendikalarını, sol ve sağ siyasi partileri satın alarak, üyelerinin yerine ABD’nin çıkarlarını korumaları için, fazla dikkat çekmeden dünyanın en geniş yolsuzluk ağını kurdu. Thierry Meyssan bu makalesinde, bize bu düzeneğin yayılma alanını tanımlamaktadır.
2006 yılında Kremlin, Amerikan Ulusal Demokrasi Vakfı (National Endowment for Democracy – NED) tarafından yürütülen, bazıları ülkenin istikrarsızlaştırılmasına yönelik olan bir gizli plana katılan yabancı kuruluşların Rusya’daki sayısının artışından şikayet ediyordu. Olası bir « renkli devrimin » önüne geçmek için, Vladislav Surkov, bu « sivil toplum kuruluşlarına (STK) » yönelik sıkı kurallar getirdi. Batı’da bu idari adım, « diktatör » Putin’in ve danışmanının örgütlenme özgürlüğüne karşı yeni bir saldırısı olarak tanımlandı.
Bu politika, uluslararası basının « diktatörlük » olarak sunduğu başka Devletler tarafından da izlendi.
ABD hükümeti « dünyada demokrasinin geliştirilmesi » için çabaladığını belirtiyor. Kongrenin NED’i ve bu kurumun da bu kez kendi payına doğrudan ya da dolaylı olarak dünyanın her yerinde bu yönde çaba harcayan dernekleri, siyasi partileri ya da sendikaları mali açıdan desteklemesi talebinde bulunmaktadır. Tanımları gereği, sivil toplum kökenli yani « hükümet dışı » olması gereken STK’lar, Büyükelçiliklerin, bunlara konu olan Devletlerin hükümranlığını ihlal etmeden gerçekleştiremeyeceği siyasi girişimlerde bulunabilirler. Dolayısıyla tüm sorun tam da burada gizleniyor: NED ve finanse ettiği STK ağı, Kremlin’in haksız bir şekilde baskı astlında tuttuğu sivil toplum girişimleri mi yoksa müdahale ederken suçüstü yakalanan ABD gizli servislerinin paravan kuruluşları mıdır?
Bu soruya yanıt vermek için, National Endowment Democracy’nin kökeni ve çalışma şekline göz atacağız. Ama her şeyden önce, ABD resmi « demokrasi ihracı » projesinin tam olarak ne anlama geldiğini incelemeliyiz.
Hangi demokrasi?
Halk olarak ABD’liler, kurucu atalarının ideolojisine bağlıdırlar. Kendilerini, Tanrı’ya itaat eden bir kent kurmak için Avrupa’dan gelmiş bir koloni olarak görmektedirler. Ülkelerini, iki yüzyıl boyunca Devlet Başkanlarının söylevlerinde kullanılan Aziz Matta’nın « dağa vuran ışığı » olarak düşünmektedirler. ABD, bir dağın tepesinden bütün dünyayı aydınlatacak örnek bir ulus olacaktır. Ve yeryüzündeki diğer bütün halklar selamete erişmek için bu modeli örnek alma umudu içerisinde olacaklardır.
ABD’liler için bu saf inanış, ülkelerinin kendiliğinden örnek bir demokrasi olduğu ve bunu dünyanın geri kalanına yaymak biri Mesihçi bir görevleri bulunduğu sonucuna varıyor. Aziz Matta, adil bir yaşam sürdürmenin inancın yayılması için yeterli olmasını öngörürken, ABD’nin kurucu ataları ateş yakılması ve bunun bir rejim değişikliği olarak yayılmasını düşünüyorlardı. İngiliz püritenleri, Hollanda ve ABD’ye kaçmadan önce I.Charles’in kafasını keserler ve ardından Yeni Dünya’nın yurtseverleri İngiliz Kralı III. George’un otoritesini reddederek ABD’nin bağımsızlığını ilan ederler.
Bu ulusal efsaneyi benimseyen ABD’liler hükümetlerinin dış politikasını emperyalizm olarak algılamazlar. Onların gözünde, kendilerinden farklı olan yani uğursuz bir modeli canlandırma hevesi içerisindeki bir hükümeti devirmek meşrudur. Aynı şekilde, Mesihçi misyonlarına o kadar çok inanıyorlar ve buna o kadar çok memur olmuşlar ki, işi işgal ettikleri ülkelerde güç kullanarak demokrasi dayatmaya kadar vardırmışlardır. Örneğin okullarında GI’lerinin (Deniz Piyadelerinin) Almanya’ya demokrasi getirdiğini öğretiyorlar. Tarihsel gerçeklerin bunun tamamen tersi olduğunu görmezden geliyorlar: Hükümetleri, Sovyetleri yenmesi için, Weimar’ı devrilmesinde ve bir askeri rejimin kurulmasında Hitler’e yardım etmiştir.
Bu akıldışı ideoloji, kendi kurumlarının niteliğini ve « zorla demokrasi » kavramının saçmalığını sorgulamalarına engel oluyor.
Oysa Başkan Abraham Lincoln’un formülüne göre, « demokrasi, halkın, halk tarafından halk için yönetimidir ».
Bu bakış açısıyla değerlendirildiğinde ABD, bir demokrasi değil ama yasama ve yargı karşı iktidarlarıyla halkın keyfiliğini sınırlandırabildiği oligarşinin elinde olan yürütme erkinden oluşan bir melez sistemdir. Her ne kadar Kongreyi ve bazı hakimleri seçen halk ise de yürütme erkini seçen federal devletlerdir ve yüksek hakimleri de belirleyen yürütmedir. Mahkeme’nin 2000 yılında Bush’a karşı Gore olayında hatırlattığı gibi, her ne kadar yurttaşlardan devlet başkanları konusundaki tercihleri sorulsa da, oyları sadece istişari niteliklidir. ABD Anayasası halkın egemenliğini tanımaz, çünkü iktidar halk ve Federal devletler, yani yerel seçkinler arasında paylaşılmıştır.
Bu arada, « Rusya Federasyonunda egemenliği elinde bulunduran ve iktidarın tek kaynağı çok uluslu halkıdır » (Başlık I, 1. bölüm, sayfa 3) ifadesinin yer aldığı Rusya Federasyonunun Anayasasının, aksine –en azından kağıt üzerinde- demokratik olduğunu gözlemleriz.
Bu entelektüel bağlam, ülkelerinin Anayasal olarak demokratik olmamasına rağmen, hükümetleri « demokrasi ihraç etmek » istediğini duyurduğunda ABD’lilerin neden destek verdiklerini açıklıyor. Ama ellerinde olmayan ve kendi ülkelerinde görmek istemedikleri bir şeyi nasıl ihraç edebileceklerini bilemiyoruz.
Son otuz yıl içerisinde, bu çelişki NED ile taşındı ve birçok Devletin istikrarsızlaştırılmasıyla somutlaştı. Binlerce avanak militan ve STK, vicdan rahatlığının dingin gülüşüyle halkların egemenliğini ihlal ettiler.
Çoğulcu ve bağımsız bir vakıf
Başkan Reagan, 8 Haziran 1982 tarihinde İngiliz Parlamentosunda yaptığı ünlü konuşmasında, Sovyetler Birliğini « Şer İmparatorluğu » olmakla suçladı ve burada ve diğer yerlerde bulunan muhaliflere yardım edilmesi önerisinde bulundu. « Demokrasi için gerekli altyapının oluşturulmasına katkı yapılması söz konusudur: basın özgürlüğü, sendikalar, siyasi partiler, üniversiteler; böylece halklar kültürlerini geliştirmek ve aralarındaki sorunları barışçıl yollardan çözmek için kendilerine hangi yolun uygun olduğunu seçmekte özgür olacaklardır ».
Zorbalığa karşı mücadele konusunda uzlaşılan bu temelde, iki partili bir düşünce komisyonu Washington’a Ulusal Demokrasi Vakfı (NED)’in kurulmasını önerdi. Vakıf, Kasım 1983’te Kongre tarafından kuruldu ve hemen finanse edilmeye başlandı.
NED, yurtdışındaki işçi ve işveren sendikalarına ve sağ ve sol partilere ayrılan parayı dağıtan dört özerk yapıyı beslemektedir. Bunlar:
Bugün Amerikan Uluslararası İşçi Dayanışması Merkezi (American Center for International Labor Solidarity – ACILS) adını alan ve AFL-CIO işçi sendikasına bağlı Hür Sendikalar Enstitüsü (Free Trade Union Institue-FTUI);
ABD Ticaret Odasına bağlı Uluslararası Özel Girişim Merkezi (Center for International Private Entreprise – CIPE);
Cumhuriyetçi Parti’ye bağlı Uluslararası Cumhuriyetçiler Enstitüsü (International Republican Institue – IRI);
Ve Demokrat Parti tarafından yönetilen Uluslararası İlişkiler için Ulusal Demokratik Enstitüsü (National Democratic Institute for International Affairs – NDI).
Bu şekilde sunulduğunda, NED ve dört yalancı ayağı, sanki toplumsal çeşitliliğini ve siyasi çoğulcuğunu yansıttıkları sivil topluma dayalıymış gibi görünmektedir. Kongre aracılığıyla ABD halkı tarafından finanse edilen bu kurumlar, evrensel bir ideal uğruna çaba harcıyor gibidir. Başkanlık yönetiminden tamamen bağımsız görünmektedirler. Ve şeffaf faaliyetleri, itiraf edilemeyen ulusal çıkarlara hizmet eden gizli operasyonların örtülmesine olanak veremez.
Oysa gerçek tamamen farklıdır.
CIA, MI6 ve ASIS’in ortak mizanseni
Ronald Reagan’ın Londra’da yaptığı konuşma, CİA’nin kirli işlerinin parlamento soruşturma komisyonlarınca ortaya çıkarılması çevresinde oluşan skandallar sonrasına denk geliyor. Kongre CİA’ye, yeni pazarlar bulmak üzere askeri darbeler düzenlemesini yasaklar. Beyaz Saray’da Ulusal Güvenlik Konseyi bu yasağı delmek için başka araçlar kullanma arayışındadır.
İki partili düşünce komisyonu, her ne kadar Beyaz Saray’dan resmi görevlendirilmesini sonra almış olsa da, Ronald Reagan’ın konuşmasından önce oluşturuldu. Dolayısıyla da Başkanlığın abartılı hırsına cevap vermiyor ama onun öncülü. Bunun sonucunda konuşma, kaba hatlarıyla zaten belirlenmiş olan ve iki partili komisyon tarafından uygulanmaya yönelik olan kararların söylem olarak süslenmesinden başka bir şey değildir.
Komisyonun başkanı, ticaretten sorumlu ABD özel temsilcisiydi ve bu da demokrasinin geliştirilmesini değil ama kutsanmış terminolojiyle, « piyasa demokrasisini » öngördüğünü ortaya kurdu. Bu garip kavram ABD modeline uygundur: Bir ekonomik ve mali oligarşi piyasalar aracılığıyla siyasi tercihlerini dayatırken, halkın seçtiği parlamenterler ve hakimler, bireyleri yönetimin keyfiyetinden korumaktadır.
NED’in dört uydu kuruluşundan üçü koşullara uygun olarak oluşturuldular. Öte yandan dördüncüsünü, sendikal birimi (ACILS) kurmak gerekmedi. Bu kurum zaten İkinci Dünya Savaşından beri vardı, ama 1978’de CİA’yle bağlantısı ortaya çıkarıldığında isim değiştirmişti. Buradan da CIPE, IRI ve NDI’nin kendiliklerinden ortaya çıkmadıkları ve aynı şekilde CİA’nin rehberliğinde kuruldukları sonucunu çıkarabiliriz.
Üstelik NED her ne kadar ABD hukukuna göre kurulmuş bir dernek olsa da, sadece CİA’nin aygıtı değil ama İngiliz (bu nedenle kuruluşu Reagan tarafından Londra’da açıklanmıştır) ve Avustralya gizli servislerinin ortak aygıtıdır. Bu çok önemli husus hep sessizlik içerisinde geçiştirilmiştir. Oysa bu durum, sözüm ona « STK »’nın XXnci kuruluş yıldönümü dolayısıyla Başbakan Tony Blair ve John Howard tarafından gönderilen kutlama mesajlarıyla teyit edilmiştir. Echelon elektronik algılama ağında olduğu gibi, NED ve yalancı ayakları, Londra, Washington ve Canberra’yı birbirine bağlayan Anglosakson askeri paktın aracıdır. Bu düzenek sadece CİA değil ama İngiliz MI6 ve Avustralyalı ASIS tarafından da kullanılabilir.
Bu gerçeği gizlemek için NED, müttefikler arasında kendisiyle çalışan benzer örgütlerin de kurulmasına ön ayak olmuştur. 1988 yılında Kanada, özellikle Haiti ve ardından Afganistan üzerinde odaklanan Haklar ve Demokrasi Merkezi kurulmuştur. 1991 yılında, Birleşik Krallık Westminster Foundation for Democracy (WFD)’yi oluşturmuştur. Bu kamu kuruluşunun işleyişi NED’in bir kopyasıdır: yönetim siyasi partilere emanet edilmiştir (sekiz temsilci: üçü Muhafazakar Partiden, üçü İşçi Partisinden, biri Liberal Partiden ve sonuncusu da Parlamentoda temsil edilen diğer partilerden). WFD Doğu Avrupa’da çok faaliyet yürütmüştür. Son olarak 2001 yılında Avrupa Birliği, mevkidaşlarından daha az şüphe çeken, European Instrument for Democracy and Human Rights (EIDHR)’i kurmuştur. EuropAid’a bağlı olarak çalışan bu ofis, güçlü olduğu kadar çok da tanınmayan Hollandalı Jacobus Richelle adlı bir üst düzey memur tarafından yönetilmektedir.
77 nolu Başkanlık yönergesi
ABD’li parlamenterler 22 Kasım 1983’te NED’in kuruluşunu oylarlarken, aslında vakfın 14 Ocak tarihli bir Başkanlık yönergesi uyarınca zaten gizlice kurulduğunun farkında değillerdi [1].
Ancak yirmi yıl sonra tasnif dışı olan bu belge, propaganda yerine, siyasal olarak düzgün bir tanım olarak kullanılan « kamu diplomasisini » düzenlemektedir. Beyaz Saray’da Ulusal Güvenlik Konseyi içerisinde, biri NED’i yönetmekle yükümlü olan çalışma gruplarının oluşturulmasını öngörmektedir.
O halde, Vakfın yönetim kurulu, Ulusal Güvenlik Konseyinin hareketini aktaran bir kayıştan başka bir şey değildir. Görüntüyü korumak için, genel olarak CİA’de fiilen çalışan ve eski ajanların yönetici olarak atanmamaları kararlaştırıldı.
Yine de olan biten şeffaftır. Ulusal Güvenlik Konseyi’nde önemli rol oynayan üst düzey memurların çoğu NED’te yöneticilik yapmıştır. Bu durum örneğin Henri Kissinger, Franck Carlucci, Zbigniew Brzezinski ya da Paul Wolfowicz için geçerlidir. Bu şahsiyetler, birer demokrasi idealisti olarak değil ama birer ahlaksız şiddet uzmanı olarak tarihe geçeceklerdir.
Vakfın bütçesi, istihbarat örgütleri arasında geniş kapsamlı operasyonların parçası olan faaliyetler yürütmek üzere talimatlarını Ulusal Güvenlik Konseyinden aldığı için tek başına yorumlanamaz. Fonlar, özellikle de Uluslararası Yardım Ajansı’ndan (USAID) gelenler, bunların « hükümet dışı kalmalarını sağlamak için », bütçesinde görünmeksizin NED üzerinden nakledilmektedir. Vakıf bunun dışında, Smith Richardson Foundation , John M. Olin Foundation ya da La Lynde and Harry Bradley Foundation gibi özel aracılarda aklandıktan sonra dolaylı olarak CİA’den de para almaktadır.
Bu programın kapsamının genişliğini iyi değerlendirebilmek için, NED’in bütçesini, Dışişleri Bakanlığının, USAID’in, CİA’nin ve Savunma Bakanlığının ilgili alt bütçeleriyle birleştirmek gereklidir. Böyle bir değerlendirmeyi yapmak bugün için imkansızdır.
Yine de bilinen bazı unsurlar bunun büyüklüğüyle ilgili bir fikir sahibi olmamızı sağlamaktadır. ABD son beş yılda, Lübnan gibi 4 milyon nüfuslu bir küçük ülkedeki dernek ve siyasi partiler için 1 milyar dolar harcamıştır. Global olarak, bu paranın yarısı Dışişleri Bakanlığı, USAID ve NED tarafından kamuoyunun gözü önünde dağıtıldı. Diğer yarısı ise CİA ve Savunma Bakanlığı tarafından gizlice ödendi. Bu örnekten hareketle ABD’nin kurumsal yolsuzluk genel bütçesinin yıllık on milyarlarca dolar olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Bugün, Avrupa Birliğinin kamuoyuna tamamen açık olarak yürütülen ve ABD faaliyetlerine de katkı sağlayan eşdeğer programının yıllık bütçesi 7 milyar Euro’dur.
Sonuç olarak, NED’in hukuksal yapısı ve resmi bütçesinin hacmi şaşırtmacadan başka bir şey değildir. Doğası gereği, daha önce CİA’ye atfedilen legal faaliyetlerden sorumlu bağımsız bir kuruluş değil ama Ulusal Güvenlik Konseyinin yasadışı operasyonlarının yasal unsurlarını yerine getirmekle görevlendirdiği bir vitrindir.
Doğu Türkistan Bülteni / HABER AJANSI